Salı Semineri: İşveren ve İşgören İlişkileri

13 Aralık 2006
İGİAD Salı Seminerlerinin Aralık ayı konuğu İslam Hukuku çalışmalarının günümüzdeki en önemlilerinden olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman idi. 13 Aralık 2006 tarihinde dernek merkezinde gerçekleşen seminerde Karaman İşveren ve İşgören İlişkileri konulu bir sunum yaptı.

Hayrettin Karaman’ın İslâm’da işgören hakları ve işgören-işveren ilişkileri hususunda ifade ettiklerinin hulasası aşağıda yer almaktadır.

İslâm’da bu meseleye bakarken işçi ve iş mefhumunun tarihî seyrini gözden uzak tutmamak gerekir. Klasik İslâmî eserlerde grev, lokavt, sendika, işçi-işveren ilişkileri ile alâkalı sistematik bilgi arayanlar ve bulamayınca da bu durumu garipseyenler, müesseselerin tarihinden habersiz olanlardır. Bilindiği gibi işçilerin toplandığı, büyük işçi kitlelerinin vücut bulduğu yerler büyük işletmeler ve fabrikalardır. Bu büyük işyerlerinin kurulması ise bilhassa sanâyi inkılâbından sonra olmuştur. Sanâyi inkılâbı 18. asrın ortalarında başlayıp gelişmiştir. Daha önce işçilerin -bugünkülere nisbetle çok az sayılarda- bulunduğu yerler çiftlikler, zirâî ve ticârî faaliyetler, basit atölyeler ve küçük işyerleridir. İslâm’ın doğup geliştiği yerde mahdut olan zirâî faaliyet köleler, ortakçılar ve az miktarda işçi ile yürütülürdü. Ticârî faaliyetler ise daha ziyade ortaklık esasına göre yürütülür ve gerektiğinde köle kullanılırdı. Bu sebeple hadîs ve fıkıh kitaplarımızın mudârabe, müzâra’a, icâre, mukâtebe gibi bahislerinde işçi-işveren münasebetlerine kısmen temas edilmiş ve o günün şartları içinde gereken hükümler vazedilmiştir. Millî tarihimizde ise esnâf teşkilâtı ve bu teşkilât ile alâkalı mevzûat ile Mecelle, kanunnâme ve nizamnâmeler boşluğu doldurmuştur.

İslâm her yer ve zamanda beşer hayatının bütün cephelerini düzenleyen bir nizam, bir hayat düzenidir. Ancak bu düzenleyiş, her asrın ihtiyacı olan yönetmeliklere kadar inen ve bunları binlerce yıl öncesinden vazetmeye kalkışan bir usûl ile yürütülmemiştir. İslâm’ın ana kaynakları umûmî prensipler vermiş ve o günün şartlarına göre bazı teferruat ve uygulama örnekleri göstermiştir. Bunlardan faydalanarak her asrın muhtaç olduğu müesseseleri kurmak, mevzûâtı düzenlemek işi âlimlere (müctehidlere) bırakılmıştır.